Fidelis - 3. Bölüm
- Alihan Gençer
- 6 Tem 2022
- 6 dakikada okunur
“İnsan anne karnına düştüğü ilk andan itibaren yaşamı boyunca damarlarında dolaşan şeyden bu kadar korkabilir mi? İnsan kendinden tiksinebilir mi? Bir kaç damla kırmızı kan bizi bayıltacak kadar etkileyebilir mi? Vücudumuzun her zerresinde dolanan bu sıvı dışarı çıktığında neden bizi bu kadar ürkütür? İnsanın kendine yabancılaştığı onlarca andan bir tanesidir kan görmek. Bazıları hiç etkilenmese de bazılarının anında gözü kararıverir. Ruhlarda beslenen bunca kötülük, bunca karanlık taraf, bunca intikam duygusu, kırgınlık, kızgınlık, pişmanlık; kanın parlak yüzeyinden insanın suratına çarpar. Çoğu zaman bir katilin mahcup yüzüdür damlaların üzerinde beliren. Peki ben hangi yüzümü göstermiştim o kan gölüne bakarken. Sanırım benim gördüğüm mahcupluk değil, bir sanatçının tamamlanmış eserine baktığı gururdu.” * “Valla Rüştü biliyorsun bizi. Buralarda parmak izinden filan kimsenin yakalandığını görmedim. E güvenlik kamerası desen kimsede yok, geçen sene belediye binasına taktırdılar halk tesüf edince geri kaldırdılar. O yüzden zor anlayacağın bunu yapanı bulmak. Ha ama bak kapıda zorlama olmuş bak onu söyleyebilirim. Onda tamamız. Peki çok zorlamasına gerek kalmış mı? Ona hayır işte. Çok kolay açılıyor bu kapı Rüştü. Sen bunu değiştir.” Fırının önünde incelemelerini anlatan polis tam bir umutsuz vakaydı. Zaten Rüştü’nün polisi ararken de olayın aydınlanacağına dair pek bir inancı yoktu ama şimdi tümden emin olmuştu. Önceki gün Aydın’la yaşananlardan bahsetmedi ama kendi kendine mutlaka bununla bir ilgisi var diye düşünüyordu. Kafasında binbir düşünce, binbir soruyla temizledi dükkandaki kanları. Kapıyı açıp içeri girdiğinde fırın küreğinin üzerinde 5 tane kuşun parçalanmış haliyle karşılaşmıştı. Midesi bulandı, başı demirden bir duvara çarpmış gibi zonkladı. Gördüğü halen akışkan olan kanlar kendi bedeninden akıyormuş gibi hissetti. Bir an vurulduğunu sandı, sonradan düşündüğünde saçma gelecek bir çok şeyi o an oluyor sandı. Parçalanmış kuşların yeniden tek parça haline gelip üzerine saldıracağını, kanın bir anda sel olup onu yutacağını, görünmez bir elin ensesinden zorla tutup yüzünü sıcak kan göletine bastıracağını sandı. Sonuncuyu düşünürken kendine engel olamayıp kustu. Kanların yanında temizlenmesi gereken bir şey daha çıkmıştı. Şimdi tüm bu pisliği ahşap zeminden sökmeye çalışırken Aydın’ı düşünüyordu. Bunu o yapmış olabilir miydi? Yaptığı şeyin korkunçluğunun yanında cesareti de şaşırtıyordu. Gerçekten oğlu buna dönüşmüş ve kendisi bunu görememiş miydi? “Fidelis kılıcını bir kez daha savurdu. Bu son ve kararlı darbe, düşmanının başını gövdesinden ayırmaya tek başına yetmişti. Zaferin tadını çıkarmadan önce gruptaki diğer savaşçıların da icabına bakmalıydı.” Sevim bahçedeki masada Aydın’dan dün aldığı defteri okuyordu. Yüzündeki ifade ne kadar zorlandığını belli ediyordu. Biraz sonra hikayenin en rahatsız edici betimlemelerinin bulunduğu kanlı ayin bölümüne gelince kusacak gibi oldu. Kendini tutmaya çalışarak bir sayfa daha çevirirken bahçe kapısından gelen sesle irkildi. Gelen kocasıydı. Hemen olduğu yerden kalkıp koşarak Rüştü’ye sarıldı, ağlamaya başlamıştı. Rüştü ne olduğunu anlamaya çalışırken masada yarı açık duran defteri gördü. Dükkanda olanları anlatmamaya karar verdi. Kasabada yaşayan diğer kişilerin bu konuyu dillendirmeyeceğini umut etmekten başka çaresi yoktu. “Rüştü o kadar kötü şeyler yazıyor ki. Benim çocuğum içinde bunları mı yaşıyor?” “Dur bakalım Sevim. Kötü şeyler yazıyor demek kötü şeyler yaşıyor demek değil. Nelerden bahsediyor?” Sevim, Rüştü’nün elinden tutarak masaya oturttu. Sayfaları karıştırdıktan sonra defteri onun önüne doğru itti. Rüştü önündeki defteri yüksek sesle okudu. “Yalnız geçen senelerde anlaşılmak için yeterince zaman harcamıştı. Şimdi karşısında duran iri yarı adam için bu zamanın fazlasını harcamaya niyeti yoktu. Elini fark ettirmeden cebindeki bıçağa doğru götürdü.” Rüştü defteri kapattı. Devamını okumak istemiyordu. “Sence bu çocukta bir problem mi var?” Cevabı beklemeden etrafa bakınarak sordu. “Nerede o?” “Bilmiyorum yok sabahtan beri. Okulun son haftası. Gitmemiştir herhalde.” Rüştü yerinden kalkıp içeri girdi. İki katlı kasaba evinin tahta merdivenlerinden hızla yukarı çıkıp Aydın’ın odasına girdi. Oğlu burada değildi. Odası her zamanki gibi düzenli, yatağı düzeltilmiş, etrafta hiç bir şey boşvermişlikle bırakılmamış şekilde yerli yerindeydi. Sanki Aydın’ı göremediği için siniri bir kat daha artmıştı. Oğlunun bu dönüşümünü odasındaki eşyalara bağlamak, onlardan kurtarmak istiyordu. Duvardaki Star Wars posterini yırtarak yerinden söktü. Normalde Aydın’ın heveslerine karışmanın doğru olmadığını savunan Sevim şu anda kocasını engellemek için hiç bir şey yapmıyordu. Odanın kapısında dikilmiş, korkuyla Rüştü’ye bakıyor, gözünden bir kaç damla yaş akıtıyordu. “İşte bunlar bak bunlar yüzünden oluyor. Daha filmi ilk izlediğinde kafasında bir şeyler çaktı da biz bilemedik.” Rüştü bunları söylerken odada söküp atabileceği başka şeyler aramaya devam ediyordu. “Bunlar.” dediği şey tek başına bir tane afişti. Muntazam şekilde düzeltilmiş yatağı bozdu. Yorganın, yastığın, döşeğin altında bir şeyler bulmayı umarak ortalığı dağıttı ama sonunda hiç bir şey bulamadı. Elinde yırtık poster parçalarıyla çaresizce kapıya döndüğünde Sevim’in arkasında Aydın’ı gördü. Oğlunun yüzünde hiç bir duygusal ifade bulunmuyor, donuk suratıyla babasına bakıyordu. Rüştü mahcup oldu. Kızıp bağırmak istediği oğluna hiç bir şey söyleyemiyordu. Sevim de Aydın’ın varlığını Rüştü’nün mahcup bakışları sayesinde fark etti. “Oğlum.” diyebildi sadece. “Polis aşağıda. Dükkandaki olayı yapan adamı bulmuşlar. Dün akşam parkta kuş yakalamaya çalışırken görenler olmuş.” Başını önüne eğdi. Bu kez mahcup olan kendisiydi. “Zeynep’in ağabeyi. O yapmış.” Rüştü elindeki poster parçasını yere atıp hızla odadan çıktı. Sevim ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Kocasının peşinden gitti. Aydın odanın tam ortasında yalnız başına kalmıştı. Yüzünde halen o donuk ifade vardı. Pencereden bahçeye baktı. Babası polisin peşine takılmış gidiyordu. Giysi dolabına yöneldi. Askıda duran okul ceketinin cebinden bir bıçak çıkardı. Bıçağın ucu kurumuş kan tabakasıyla kaplıydı. * “Kendimle kalamıyorum dede. Bir an için olsun kafamdakileri susturup kendimi dinleyemiyorum. Gördüklerimi düşünmeden, yazmadan edemiyorum. Başkalarını gözetlerken kendim nasıl görünüyorum farkına varamıyorum. Hep başkalarının telaşını izliyorum. Şurda şu an benimle aynı hayatı, aynı havayı, gökyüzünün aynı kısmını paylaşan insanların her birinin telaşını biliyorum. Buraya düşmüş olmasına rağmen hala eve para gönderebiliyor olmak için dövüş bahislerine katılan Murat’ın telaşını biliyorum. Yarın sabah kahvaltıya zeytinden mi yoksa peynirden mi başlayacağını kendisinden iyi biliyorum. Öğlen yapacağı dövüşte yapacağı hamleleri, rakibi Osman’ın canını sıkmak için neler söyleyebileceğini ondan iyi biliyorum. Murat’ın altında yatan, oysa tüm hayatını yükseklerde yaşamak için harcamış Şükrü’nün şimdi geleceğe nasıl baktığını biliyorum. Yıllardır matah bir şey sandığı siyasetin, kraldan çok kralcı olmanın, ülkenin yarısının yaptığı ama yakalanmadığı, kendisini de yakalayan çıkmayacağını düşünerek yaptığı onca rezilliğin hiç bir işe yaramadığını şimdi her gece üst ranzasındaki yatağın sararmış desenlerine bakarak düşündüğünü iyi biliyorum. Ama ben kendimle ilgili, geçmişimle ilgili ne düşünüyorum bilmiyorum. Koğuşun zenginin göğsündeki timsah logosuna bile masadaki yarım kalmış suyla birlikte bir hikaye yazabiliyorum ama benim hikayem nasıl bitecek bilmiyorum.” * Eli titreyek bıçağı önündeki küçük göle bıraktı. Daha bir saniye geçmeden hemen pişman olup bıçağı sudan kurtardı. Büyük ve derin sayılmayan bu gölde ayağını serinlemek için suya sokan biri bile kazayla bıçağa rastlayabilirdi. Etrafına bakındı. Şu ana kadar alternatif bir yol düşünmemişti. Bıçağın ucundaki kurumuş kanı suyla ıslattığı ve az da olsa bulaşabilir bir hale getirdiği için kendine kızdı. Bıçağı bir kenara bırakıp montunun cebindeki küçük defterini çıkarttı. Bu yazılmaya yeni başlanmış bir defterdi. Zeynep’le yaşadığı olayın gecesinde ilk kez kalem değdirmişti bu deftere. Artık yaşadıklarını, yaşanabilir şeyleri yazıyor, sadece gerçeklerden bahsediyor, hayal dünyasında yaşamakla suçlanmaktan kaçıyordu. Babasının yırttığı Star Wars afişinin önemi onun için çok önceden bitmişti. Artık birisi onu değiştirmek istiyorsa işe kalbinden başlamalıydı. Parkta gördüğü kedi içinde bir şeyleri tetiklemiş, bir cesareti ortaya çıkarmıştı. Hayatta gerçek olan buydu. Yaşadıkları dünyada kötülüğü ışın kılıçlı fedailer değil, kendi halindeki kuşları avlayan kediler saçıyordu. O günden beri defterine yaşadığı şeyler üzerinden kalbinde hissettiklerini yazıyordu. Yaşadıkları dünyada bir suç aletinden kurtulmanın da kolay bir şey olmadığını fark etti. Yazmaya devam ettiği sayfayı bitirdikten sonra defteri yeniden cebine koydu. O sırada aklına bir fikir geldi. Acaba gerçek hayatta onun hissettiği şeyleri hissedenler her zaman suç aletinden kurtulma yolunu mu seçiyorlardı? Ondan kurtulmaktansa bir anı gibi saklamak o an için daha akılcı geldi. Şimdi kurtulmanın değil, güvenli bir şekilde saklamanın yolunu bulmak zorundaydı. Eve döndüğünde ışıklar sönüktü. Dükkandaki kanlı olayın üzerinden bir hafta geçmişti. Bir haftadır evde kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Polis, Zeynep’in ağabeyi Sedat’ı sorguladıktan sonra serbest bırakmıştı. Sedat, sinirli yapısı ve sert duruşuyla kasabada bu işi yapabilecek nadir kişilerden gibi görünse de bir kanıt bulunamamış, kendisi de bu suçu işlediğini kabul etmemişti. Akşam parkta görüldüğü iddiasını yayan da Aydın’dı. İlk başkasının üzerine suç atma girişiminde çok başarılı olamasa da en azından ailesinin gözünde kendisi aklanmış olmalıydı. Okuyup dehşete düştükleri hikayelerden daha kötü bir dünyada yaşadıklarını anlatmak için iyi bir ders verdiğine inanıyordu. Aydın’ın bir ders olduğunu savunduğu bu şey ailesini büyük bir sorguya itmişti. Rüştü o günden sonra dükkana adımını atmamıştı. Yılların verdiği alışkanlıkla yine her sabah aynı saatte uyanıyor, aynı asık suratla dükkanın olduğu sokağa kadar yürüyor ama dükkana girmeden çevrede turlayıp eve dönüyordu. Bunu yapanın Sedat olduğuna gerçekten inanmış, Sedat’ın bunu kardeşini korumak için bir göz dağı olarak yapabileceği fikri aklına yatmıştı. Belki de halen oğlunun saf ve temiz kaldığına inanmak istediğinden kendini kandırıyordu. Sevim ona o da Sevim’e “olsun” diyemiyordu. Günler sessiz, herkesin kendi kafasındaki durmayan kelimelerle geçiyordu.
Comments