Fidelis - 2. Bölüm
- Alihan Gençer
- 6 Tem 2022
- 3 dakikada okunur
“Dünyayı görmem için yeterli olduğunu düşündükleri küçük pencereden gökyüzüne bakıyorum. Bir çok kez olduğu gibi bu gece de yıldızlar görebildiğim kısma denk gelmiyor. En azından onların parıltısını görebilsem daha huzurlu uyurum belki. İnsan bazen bir ışık istiyor ama kapatıp açma düğmesi olanlardan değil. Gerçek bir ışık, umudu simgeleyecek bir şey. Bazı geceler işte böyle oluyor. Sanki birlikte uyumak zorunda kaldığım bunca insanın horlamaları, uyku arası homurdanmaları, ranzalarının ayak ucundan yayılan kokuları yeterince rahatsız edici değilmiş gibi bir de ben rahatsız ediyorum kendimi. Gökyüzüne değil geçmişime bakıyorum. Yıldızları değil ömrümdeki mutlu olduğum ışık gördüğüm anları arıyorum.”
*
Zeynep gözünde yaşlarla tek kelime söylemeden o parktan ayrılmış, Aydın kediyi izler halde oturduğu yerde kalmıştı. Tabiatınının gerektirdiği şeyi yapan, hayatta kalmaya çalışan bu kedinin, nasıl insanın midesini bulandıran bir yaratığa dönüştüğünü merak ediyordu. Midesi bulanan kendisi değil biraz önce çekip giden Zeynep’ti. Muhtemelen aynı Zeynep’in, Aydın’dan da midesi bulanıyordu artık. Hem Aydın’ın suçu bir şey yapmış olmak da değildi üstelik. Sadece hayal gücünün kendisine yazdırdıklarını okumuştu.
Parkın diğer köşesinden eve doğru yürümekte olan babasını gördü. Zeynep yazdıklarını okumak istediğini söyleyince bir an cesaretlenmiş, akşam anne ve babasına da okumak istemişti yazdıklarını. Ama şimdi Zeynep’in tepkisinden sonra cesareti kırılmıştı. Psikolojik sorunları olan bir evlat olarak görünmek istemiyordu.
Babasından biraz daha sonra iki katlı evlerinin bahçesine girdi. Küçük bir kasabada yaşıyorlardı, burda evlerin hemen hepsi aynıydı. Evlerinin arkasındaki alçak duvarın arka tarafında babaannesi yaşıyordu. Evleri bu kadar yakın olsa da yalnız yaşamayı seven bir kadındı. Bazı zamanlar günlerce babaannesini görmediği olur, ona özenirdi. Bahçeye girdiğinde annesi, babası ve babaannesi masada oturmuş onu bekliyordu. Ya bir şey anlatacaklar ya da bir şey soracaklar diye geçirdi içinden. Sessizce masanın etrafında boş bulduğu sandalyeye ilerledi.
“Hoşgeldin oğlum.”
Konuşan Sevim’di. Masada sinirli duran diğer iki yetişkinin aksine onun ifadesinde tedirginlik vardı.
“Hayırdır anne?”
Sevim, kocası Rüştü’ye baktı. Onun açıklamasını istiyordu.
“Bugün öğretmenin geldi dükkana. Kadın olan. Parkın orda Zeynep mi ne kızı ağlarken görmüş, ne olduğunu sormuş altından sen çıkmışsın.”
“Ne yapmışım da çıkmışım?”
“Kıza abuk subuk hikayeler anlatmışsın, yetmemiş gözünüzün önünde kedi kuşu öldürmüş sen gülmüşsün. Olur böyle şeyler demişsin.”
Aydın kendisinden şüphe etmişti. Gülmüş müydü?
“Gülmedim ki.”
“Ya ne yaptın?”
“Diğer kuşlar kaçtı dedim.”
“Şu kitap işi neyin nesi peki?”
“Yazıyorum baba, kitap işte, hikaye.”
“Ver bakayım yanındadır okumuşsun kıza.”
Aydın çantasından defteri çıkarıp babasına uzattı.
“Annen bir okusun bakalım, sonra bize de anlatsın bakalım neler yazıyormuşsun.”
Babaannesi ilk kez konuştu.
“Oğlum bu memlekette kitap yüzünden insanın başına her şeyler gelir. Siz yaşamadınız daha bilmiyorsunuz. Aha baban anlatsın sana, kendi babası az çekmedi o kitap meselelerinden.”
“Siyasi bir şey değil ki babaanne.”
“Neyse tamam ben hızlıca okurum, az sayfaymış zaten. Sonra yine konuşuruz. Hadi oğlum üstündekileri değiştir sen yemek yiyelim.” Sevim sevecen tarzıyla tartışmayı sonlandırmıştı.
Yemekte her akşam yapılan muhabbetler o gün yapılmadı. Rüştü, her sabah fırına ekmek almaya gelen “köyün delisi” dedikleri Mehmet’ten bahsetmedi. Dükkanın karşısındaki belediye binasına girip çıkanları, başkanı bugün kimlerin ziyaret ettiğini söylemedi. Sevim, yıkamaktan yorulduğu çamaşırların konusunu açmadı. Son zamanlarda çarşıya her çıktığında gördüğü topal kadını bugün de görmüş, kasabalarına neden geldiğini bugün de öğrenmek istemiş, bugün de soramamıştı. Bunu ailesine bugün de anlatmak istemiş ama ilk defa bugün susmuştu. Aydın bu suskunluğu anlayamıyordu. Keyifleri hep yerinde olmasa da çoğunlukla gülüştükleri bu sofrada herkesin suspus oturması canını sıkıyor, buna sebep olduğunu bildiği için kendine kızıyor, ama böylesine büyük bir tepkiye de anlam veremiyordu. Belki de Zeynep’i başka bir fenalık yaparak ağlattığını düşünüyorlardı. Görüyorlardı, televizyondaki haberler şiddetin her türlüsünün her geçen gün arttığını söylüyor, gösteriyorlardı. Belki şimdi yavruları da o canilerden biri olma yolundaydı belki de çoktan oluvermişti.
Sabah Rüştü içinde bir sıkıntıyla uyandı. Yanında halen uyumakta olan karısına baktı. Neden konuşmuyordu? Şimdiye kadar karşılaştıkları her zorlukta içini rahatlatan tek dayanağıydı Sevim. Hani Aydın daha küçücükken fırınlarında yangın çıkmış, tüm biriktirdiklerini yeniden o birikimi sağlayan ekmek kapılarına yatırdıklarında Sevim “olsun” demişti. Tek kelimeyle içini ferahlatacağını biliyor olmalıydı. Kendisine sadece inanılarak söylenen bir “olsun” yetiyordu. Öyleyse tüm gece neden ağzını bıçak açmamıştı? Belki bu kez olacaklardan daha fazla korkan taraftı Sevim. Öyleyse “olsun” diyen ben olmalıyım diye düşündü. Uyandırıp söylemek istedi ama kıyamadı. Dükkanı açmak için daha gün doğmadan uyandığı bu saatte tatlı rüyalar gördüğünü umduğu karısını uyandıramadı.
Kendi kendine söylediği “olsun”la kötü düşüncelerden sıyrılıp, hızlıca hazırlanıp kendini attığı sokakta elleri montunun ceplerinde yürüyordu. Günün bu aydınlanma kararsızlığındaki saati tüm ömrü boyunca yaşanmamış anlar gibi gelmişti ona. Bu saatte onu kimse görmüyor, kimse yolcu etmiyor, kimse hoşgeldin demiyor, kimse nerede kaldın demiyordu. Tümünün ışıkları sönük evlerin arasından kimsenin umrunda olmadan yürümek ağır geliyordu bazen. Belki şu bizim Aydın’n kulaklıklarından olsa, bir de tabii afilli bir telefon şimdi Gülden Karaböcek’in “Ahu Gözlüm” şarkısını açardı. Belki o zaman biraz daha anlamlı olurdu yürüyüşü. Belki en azından Gülden Karaböcek için bir anlamı olurdu.
Dinlemeyi düşündüğü şarkıyı kısık sesle mırıldanarak açtı ahşap kapının kilidini. İçerde, tezgahın üzerindeki manzarayı görünce dili kilitlendi. Tezgahtan yere doğru kanlar süzülüyor, yerde oluşan küçük kan gölünü dolduruyordu.
Comments